Suriyeliler çadırdan nasıl ve ne zaman çıkacak?
Vecdi Erbay
MARAŞ – Maraş’ta yolumuzu kaybettik ve kendimizi depremin yıktığı bir mahallede bulduk. Maraş’ın eski mahallelerinden biri olsa gerek, evlerin mimarisi bunu gösteriyordu. Mahallenin kısa, dar sokakları ve en fazla üç katlı evleri vardı. Biraz uzakta, aşılmaz enkazın ötesinde, konak olduğunu düşündüğüm büyük bir yapı duruyordu. Işıklar yanmıyordu, muhtemelen sarsıntılardan sonra boşalmıştı.
Mahalle, tarihi bir sinema salonunda geçecek kadar hoştu. Ama şimdi harabe halindeydi. Hatta depremlerin yıkayamadığı meskenler sallandı, eğildi, pencere ve kapıları, mesken sakinlerinin günlük hayatlarında kullandıkları araç ve gereçlerle birlikte dışarı atıldı.
DEPREMİN SORUMLUSU TEK İKİ MÜTEAHHİT OLMAMALIDIR, DEĞİL Mİ?
Bazı meskenlerde arama kurtarma çalışması yapılmadı. Bu, ikinci depremde evlerin yıkılması anlamına geliyordu ve olayda evler yıkıldığında içeride kimse yoktu. Bu konutlarda kimsenin hayatını kaybetmemiş olmasının tesellisini kucaklıyoruz.
Ancak bölgedeki her bina o kadar şanslı değildi. Arama kurtarma çalışmalarının izleri bunu gösteriyordu. Kaldırılmayı bekleyen bina enkazının görüntüsü insanın göğsünde ağır bir acı hissi bırakıyor.
Biraz ileride bir binanın enkazı üzerinde birkaç kişi çalışıyor. Yıkılan çok katlı binada kullanılan malzeme inceleniyor. Seçilen ütüler gerçek mi? Kum inşaatta kullanıma uygun mu? Alt kattaki dükkanlara yer açmak için sütunlar kesilmiş mi? Sızdıran zemin? Bunlar belirlenecek ve rapor edilecektir. Bunlar elbette yapılmalı ve elbette bu binanın yıkılmasında parmağı olanlar hak ettikleri cezayı almalı. Ancak bu cezalandırma sürecinin kimden başlayıp kime kadar uzandığı, temelde tespit edilmesi, teşhir edilmesi ve cezalandırılması gerekiyor.
Buzlu havada enkazda çalışan adamlara bakarken aklıma gelen bu. Ve önceki sarsıntılardan sonra ne oldu. Binlerce kişinin ölümüne neden olan sarsıntılardan yalnızca bir veya iki müteahhit sorumlu olmamalı, değil mi?
TENCEREDE BİRKAÇ YUMURTA HAŞLANIR
Yukarı mahalleye giden yol da alt yolda istinat duvarı görevini görüyor. Burada, bu duvarın dibinde yan yana birkaç derme çatma çadır kuruluyor. Birkaç adam küçük bir ateşin etrafında Arapça sohbet ediyor.
Motosikletli başka bir adam yanlarına geldi. Motosikletin arkasında sempatik on yaşında bir çocuk vardı. Motosikleti süren adama sımsıkı sarıldı. Arapça birkaç kelime hatırlıyorum. “Kızamık,” dedim çocuğa. Güldü, bir şeyler söyledi ve el salladı.
Motosiklet kükreyen bir ateşle uzaklaşırken üç adamla baş başa kaldık. Açık, isli bir tencerede ateşte birkaç yumurta kaynatılıyordu.
EVLER ilk depremde boşaltıldı
Adamlardan biri fırında çalışıyor, diğer ikisi inşaat işçisi. İlk sarsıntıda evden atıldılar. İlk depremde hasar gören evleri, ikinci depremde yıkıldı. İkinci depremde yıkılan evlerini boşalttıkları için “Allah’a şükür” diyorlar.
Eşlerini akrabalarının yanında yaşamaları için İstanbul’a gönderdiler. Depremlerden sonra Maraş’ta hayatın nasıl devam edeceğini bilmiyorlar. Şartlar yerine getirilirse eşleri ve çocukları geri döner.
İşlerini kaybetmek istemedikleri için burada kalıyorlar. Fırıncı işine devam ediyor ama inşaatçılar beklemek zorunda. Daha uzun süre bekleyeceklerini biliyorlar ama şimdilik yapacak bir şey yok.
‘ÇADIR İSTEDİK ALAMADIK’
Çadırlardan birkaç çocuk ve bir bayan çıkıyor. Sanki kısa sürede istinat duvarının dibindeki boş alanı benimsemişler. Biz sohbet ederken onlar bir şeyler yapıyorlar. Erkekler fotoğraflarının çekilmesine izin verir. Biri Arapça “Fotoğraf çekilecek kenara çekil” diye seslenerek karısını uyarıyor.
Savaştan kaçarken kim bilir kaç kez çadır kurdular. Sarsıntı onları bir kez daha çadırlarda yaşamaya mahkum etti. Hâlâ ailelerinden hiçbirinin başına bir şey gelmediği için “çok şükür” diyorlar.
AFAD’dan çadır istediler. Yarım yamalak Türkçesini desteklemek için ellerini kullanarak derdini anlatıyor. Birkaç kez çadır için başvurduklarını söyleyerek, “Tamam, sana çadır vereceğiz” diyor ama vermiyor.
Son dönemde görülen ırkçılık yüzünden Suriyeliler çadır alamamış olabilir mi? Suriyeli adam iki elini kaldırıyor ve “Bilmiyorum” diyor.
Maraş’ta hava buz gibiydi. “Akşam buz gibi” diyerek yolun üzerinden akan suyu gösteriyor. Birçok depremzede gibi Suriyeliler de kurdukları derme çatma çadırlarda ısınamadı.
Kurtuluş KULAKLARIMDA BİR SEVİNÇ ÇIĞLIĞIYLA ÇALDI
Israrla çay ikram ederler. Soğuk havalarda çay içimizi ısıtacak. İkram ettikleri çayı ‘Suriye çayı’ olarak övüyorlar. Ama çay tatlıydı. Şekeri çaydanlığa attıklarını unutmuşum. Yüzümü buruşturduğumu görünce gülüyorlar. Yıllardır şekerli çay içmediğimi söyler, çayı keyfi kaçırmamak için içerim.
Dumanlı bir tencerede haşlanmış yumurtalar ateşin üzerinde akşam yemekleri olacak. Ayrıca çok fazla ekmekleri var. AFAD, Kızılay, gönüllüler yemek vermedi mi? Yemek valilikteydi. Sırada beklerken itilip kakılmak istemedikleri için dışarıda kendi yemeklerini pişiriyorlar. “Bu yumurtalar böyle mi haşlanıyor?” Soruyorum. Haşlanmış diyorlar ama çocuklar bekleyebilir mi bilmiyorum. Israrla yemeğe davet ediyorlar ama ne yazık ki yumurtaların kaynamasını bekleyecek vaktimiz yok.
Ayrılırken mahallenin adını soruyorum. Buna “Kurtuluş” diyorlar.
Kurtuluş, kulaklarımda bir sevinç çığlığı gibi çınlıyor. Ancak aklıma hemen bir soru geliyor: Suriyeliler son yıllarda yaşadıkları felaketten, Türkiye’de maruz kaldıkları ırkçılıktan ve son olarak bu derme çatma çadırdan ne zaman ve nasıl kurtulacak?